Marka Sorgula
ESKİ ÇALIŞMA ARKADAŞLARIMIZ

ESKİ ÇALIŞMA ARKADAŞLARIMIZ

Şirketimizle yolları ayrılan çalışma arkadaşlarımıza emeklerinden dolayı teşekkür eder, gelecek yaşantıları için başarılar dileriz.

Haberi Oku
Haberi Kapat X

Şirketimizle yolları ayrılan çalışma arkadaşlarımıza emeklerinden dolayı teşekkür eder, gelecek yaşantıları için başarılar dileriz.

Haberi Kapat X
Kurucumuzun Denizli Osb'de Yayınlanan Yazıları

Kurucumuzun Denizli Osb'de Yayınlanan Yazıları

Şüpheli Ticari Alacaklar Karşılığı  (Vergi Usul Kanunu(VUK) 323.md )  İZAH  Ticari ve zirai kazançta elde etme, tahakkuk esasına bağlanmış olup gelirin elde edilmiş sayılması için tahsil şartı aranmaz. Miktar ve tutar itibariyle kesinleşen gelir tahakkuk etmiş olur ve elde edilmiş sayılarak vergiye tabi tutulur. Vergi sisteminde şüpheli alacak karşılığı müessesesinin varlığı, söz konusu kazançlarda tahakkuk esasının geçerli olmasının bir sonucudur.  Zira tahakkuk ettiği için gelir yazılan sözgelimi bir satışa ilişkin alacağın tahsilinin şüpheli hale gelmesi durumunda karşılık ayrılamaması mükellefler için ciddi külfetler doğuracaktır. Alacağını tahsil edemeyen mükellef bir de bunun vergisini ödemek zorunda kalacaktır ki bu durum gerçek kazancın vergilendirilmesi ilkesine ters düşer. Bu durum ekonomik hayatın işleyişini de etkileyip bir takım sakıncaları beraberinde getirecektir. Örneğin satıcı alacağını garanti altına almak için daha güvenli yollara başvuracak bu da işlem maliyetini artıracak ve mal ve hizmetin dolaşım hızı azalacaktır.VUK tahsili şüpheli hale gelen alacaklar için, alacak amortismanı adı altında karşılık ayrılması esası kabul edilmiştir.   1.ALAKALI MEVZUAT  Şüpheli alacak karşılığı uygulaması Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 323. maddesinde düzenlenmiştir:   “Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla;  1. Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar;  2. Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar  şüpheli alacak sayılır.  Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilir.  Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösterilir. Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder.  Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kâr zarar hesabına intikal ettirilir.”  Alacakların ne zaman şüpheli hale geleceği ve şüpheli alacaklar için nasıl karşılık ayrılacağı söz konusu maddede ayrıntılı bir şeklide düzenlenmiş bulunmaktadır.   2.ŞÜPHELİ ALACAK KABİLİNDEN OLAN ALACAKALARI ŞÖYLE TADAT EDEBİLİRİZ:  VUK 323.maddesinde ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla şüpheli hale gelen alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceği açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla;  - Sadece ticari ve zirai faaliyetle iştigal eden mükelleflerden,  - Bilanço esasına göre defter tutanlar; şüpheli hale gelen alacakları için karşılık ayırabileceklerdir.  İşletme hesabı esasına göre defter tutabileceği halde, kendi isteği ile bilanço usulüne geçenler de şüpheli alacak karşılığı ayırabilirler.  Şüpheli alacak karşılığı ayrılması pasifte karşılık ayrılması koşuluna bağlı olup şüpheli alacak karşılığı, tuttukları defterleri bu surette kayıt tesisine elverişli bulunan birinci sınıf yükümlüler için söz konusu olduğundan işletme hesabına göre kayıt tutan mükellefler bu haktan yararlanmayacaklardır. (Dn. 4. D.E.1973/4688)  Söz konusu maddede borçlunun kimliğine ilişkin herhangi bir belirleme yapılmamıştır. Alacağın ortaktan, iştirakten, gerçek kişiden, tüzel kişiden, yurt içinden veya yurt dışından olması karşılık ayırmaya engel değildir.  3. ŞÜPHELİ ALACAK KARŞILIĞI AYRILMASININ KOŞULLARI  a- Alacağın Ticari ve Zirai Kazancın Elde Edilmesi ve İdame Ettirilmesi İle İlgili Olması (Kanun metni)  Ticari ve zirai kazanç sahipleri de söz konusu kazançları elde edilmesi ve idame ettirilmesi ilgili alacakları için karşılık ayırabileceklerdir. Bunun anlamı alacak işletme faaliyetleri neticesinde doğmuş olmalıdır. İşletme faaliyetleri dışında doğmuş bir alacağın tahsili şüpheli hale gelmiş olsa bile karşılık ayrılamaz.  Alacak ile ticari veya zirai kazancın elde edilmesi veya idame ettirilmesi arasında doğrudan bir illiyet bağının bulunması gerekir.Hangi tür alacakların ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olduğu hususu uygulamada tartışmalara konu olmuştur. VUK’un 323. maddesinin 2365 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin gerekçesinde daha önce hasılat hesaplarına intikal ettirilmiş bulunan alacakların ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olduğu belirtilmiştir.   Danıştay bazı kararlarında alacağın mal veya hizmet satışından kaynaklanmasının ve daha önce hâsılat olarak kayıtlara intikal ettirilmiş olmasının zorunlu olmadığı kabul edilmiştir.(Dn.4.D E.1983/98, K.1984/326)  Gerçek bir alış verişe dayanmayan ve finansman amacıyla alınan hatır senedi niteliğindeki bonolardan kaynaklanan alacaklar.(Dn.4. D.’ E..1974/2661), karşılığında bir gelir ve menfaat sağlanmayan şahsi kefalet nedeniyle ödenen ve asıl borçlusundan tahsil edilemeyen alacakların(Dn.4. D.’ E..1973/3376) tahsili şüpheli hale gelmesi durumunda bile karşılık ayrılması mümkün değildir.  b- Alacağın Tahsilinin Şüpheli Hale Gelmesi  VUK’un 323. maddesinde aşağıdaki şartlardan; birinin varlığı halinde alacağın tahsilinin şüpheli hale geldiği hükme bağlanmıştır.  - Alacağın dava veya icra safhasında bulunması,   - Alacağın yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş olması ve dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük olması.  b.a- Alacağın Dava veya İcra Safhasında Bulunması   VUK’un 323. maddesinde, dava veya icra safhasında bulunan alacaklar şüpheli alacak olarak sayılmıştır. Şüpheli alacak karşılığı ayırmak bakımından, alacağın hangi nedenle dava veya icra konusu yapıldığının bir önemi yoktur. Alacağın varlığı, vadesi veya miktarı ihtilaf konusu olabileceği gibi, borçlunun ödeme kabiliyetini yitirmiş olması da ihtilaf nedeni olabilir.  Bir alacağın dava veya icra safhasında olması o alacağın şüpheli alacak niteliğine sahip olması için yeterli olup söz konusu alacağa ilişkin davanın borçlu tarafından açılmış olması durumu değiştirmeyecektir.  Mahkemeye dava, icraya takip dilekçesinin verilmiş olması, alacağın dava veya icra safhasına intikal ettiğini gösterir. Ancak, dava ve icra safhasının ciddi şekilde takip edilmesi gerekir. Dava veya icra takip dilekçesinin verilmesinden sonra dava ve icra takibinin ciddi bir şekilde yapılmaması halinde alacak şüpheli alacak niteliğini kaybeder.   Dava ve icra takibindeki bir alacağın tarafları (alacaklı ve borçlu) aralarında anlaşıp alacağı yeni bir senede bağlamaları halinde de alacak şüpheli alacak niteliğini kaybeder. (Dn.4. D.’ E.1970/9190)  Alacağın ileri bir tarihte tahsil edilecek olması, karşılık ayırma nedeni olarak düşünülemez. Zira karşılık ayırma, bir vergi erteleme aracı değildir.  b.b- Alacağın; Yapılan Protestoya veya Yazı ile Bir Defadan Fazla İstenilmesine Rağmen Borçlu Tarafından Ödenmemiş Bulunması ve Dava ve İcra Takibine Değmeyecek Derecede Küçük Olması   VUK’un 323. maddesinin birinci fıkrasının 2 numaralı bendinde;  - Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlusu tarafından ödenmeyen,  - Dava veya icra takibine değmeyecek derecede küçük olanalacakların şüpheli alacak olduğu hükme bağlanmıştır.   Söz konusu maddede dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklara ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada alacağın takibi için yapılacak harcamalarla alacağın mukayese edilmesi gerektiğine ilişkin görüşler mevcuttur.  Senetli alacakların vadesinde ödenmemesi halinde, borçlu noter aracılığıyla ödemeye çağrılmalıdır. Senetsiz alacaklarda da alacaklının alacağını bir defadan fazla yazıyla istendiğini tevsik edebilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan yapılan protestonun veya yazılı istemin borçluya ulaşmış olması şarttır. Bu nedenle de protestonun noter aracılığı ile yazılı istemin de taahhütlü mektupla yapılması gerekmektedir.(Dn.4. D.’E..1982/4982)  b.c- Alacağın Teminatsız Olması veya Teminatın Yetersiz Olması  VUK’un 323. maddesinde; şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceği, teminatlı alacaklarda bu karşılığın teminattan geri kalan miktara inhisar edeceği hükme bağlanmıştır.  Alacağın tamamı teminatlı ise söz konusu alacağa karşılık ayrılamaz. Teminat alacağın tamamını karşılamıyorsa alacağın teminatsız kısmı için karşılık ayrılabilir.   Alacağın ne kadarlık kısmının teminatsız kaldığı belli olmadıkça karşılık ayrılamaz. Bu nedenle eğer teminat alacağın tamamını kapsamıyorsa bu takdirde alacağın teminatsız kalan kısmının kesin olarak belirlenmesi zorunludur. Aksi takdirde mevcut teminatın alacağın tümünü kapsadığı kabul edilir.  Alacağın teminatlı sayılması için teminatın paraya çevrilmiş olması gerekmemekte, alacağın teminata bağlanmış olması yeterli olmaktadır.  b.d- Karşılığın Hangi Alacağa Ait Olduğu Aşikar Olmalıdır  VUK’un 323. maddesinde şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceği ve bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğunun karşılık hesabında gösterileceği hükme bağlanmıştır.  Dolayısıyla alacak, şüpheli hale geldiği tarihte diğer alacaklardan ayrılmalıdır. Şirket yasal defterleri şüpheli alacakların borçlusunu ve borcun tutarını, varsa yapılan tahsilatları ayrıntılı bir şekilde göstermelidir.   b.e- Karşılık Alacağın Şüpheli Hale Geldiği Dönemde Ayrılmalıdır  Karşılığın alacağın şüpheli hale geldiği dönemden sonraki dönemlerde ayrılıp ayrılamayacağı hususunda farklı görüşler bulunmaktadır.  Bir görüşe göre karşılık sadece alacağı şüpheli hale geldiği dönemde ayrılabilecektir. Bu görüşe göre; “Karşılık ayrılması konusunda mükelleflere seçimlik hak verilmesi seçimlik hakkın istenildiği dönemde kullanılması olanağı tanımamaktadır. Zira vergi uygulamalarında yer alan seçimlik haklar vergilendirme dönemleri itibariyle kullanılabilmektedir. Vergi kanunlarında ilgili oldukları dönemlerde kullanılmayan hakların sonraki dönemlerde kullanılması şeklinde uygulanan bir seçimlik hak bulunmamaktadır”.  Şüpheli alacak karşılığının istenildiği dönemde ayrılamayacağı yönünde olan bir başka görüşe göre; “şüpheli alacaklar Vergi Usul Kanunu’nda “Alacaklarda ve Sermayede Amortisman” bölümünde düzenlenmiştir. Bu nedenle şüpheli alacak karşılıklarının bir tür amortisman özelliği gösterdiğini söylemek mümkündür. İlgili olduğu dönemde ayrılmayan şüpheli alacak karşılıklarının daha sonra ayrılamaması, mevcutlardaki amortismana benzemektedir. Bilindiği üzere amortisman ayırmak da ihtiyaridir ve her yılın amortismanı ancak o yıla ait değerlemede nazara alınabilir”.  Danıştay’ın temel görüşü de bu yönde olmasına rağmen çelişkili kararları da bulunmaktadır.  “VUK’un 323. maddesinde şüpheli hale gelen alacaklarla ilgili olarak, alacağın şüpheli hale geldiği yılda karşılık ayrılmasını zorunlu kılan bir ifadenin yer almadığı, önemli olanın maddede öngörülen koşulları taşıyıp taşımadığı hususu olduğu, dönemin değişmesiyle alacağın şüpheli olma niteliğini kaybettiğinin kabul edilemeyeceği dolayısıyla 1983 yılında şüpheli hale geldiği ihtilafsız olan alacaklar için, 1985 yılında değerleme günü değeri üzerinden karşılık ayrılmasında yasaya aykırılık bulunmadığı...” (Dn.4. D.’E..1992/719)  “Alacağın şüpheli hale geldiği dönemin geçirilmesi halinde, yeni değerleme günlerinde de tasarruf değerini muhafaza edecek olan alacak için karşılık ayırma imkânının ortadan kalkacağının kabul edilmesinin, kanunda öngörülmeyen bir nedenle kanunla tanınan bir hakkın bertaraf edilmesi anlamına geleceği...” (Dn.4. D.’E..1988/4658)  4- KARŞILIK AYRILAN ALACAĞIN TAHSİL EDİLMESİ VEYA TAHSİLİNİN İMKÂNSIZ HALE GELMESİ  VUK’un 323. maddesinde, şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarlarının, tahsil edildikleri dönemde kâr zarar hesabına intikal ettirilecekleri hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla karşılık ayrılmış şüpheli alacakların daha sonra tahsil edilmesi halinde tahsil edilen bu tutarlar gelir yazılacak ve karşılık hesapları kapatılacaktır.   Tahsili şüpheli alacağın bir süre sonra tahsil imkânı tamamen ortadan kalkarsa yani değersiz alacak haline gelirse, şüpheli alacaklar ve şüpheli alacaklar karşılığı hesapları kapatılır. Diğer taraftan, alacak şüpheli hale geldiğinde zarar kaydı yapıldığı için, değersiz hale gelen şüpheli alacak için yeniden zarar kaydı yapılamayacaktır. Av.Abbas KOCAKAYA  Avukat-Marka Vekili 

Haberi Oku
Haberi Kapat X

Şüpheli Ticari Alacaklar Karşılığı 
(Vergi Usul Kanunu(VUK) 323.md ) 
İZAH 

Ticari ve zirai kazançta elde etme, tahakkuk esasına bağlanmış olup gelirin elde edilmiş sayılması için tahsil şartı aranmaz. Miktar ve tutar itibariyle kesinleşen gelir tahakkuk etmiş olur ve elde edilmiş sayılarak vergiye tabi tutulur. Vergi sisteminde şüpheli alacak karşılığı müessesesinin varlığı, söz konusu kazançlarda tahakkuk esasının geçerli olmasının bir sonucudur. 

Zira tahakkuk ettiği için gelir yazılan sözgelimi bir satışa ilişkin alacağın tahsilinin şüpheli hale gelmesi durumunda karşılık ayrılamaması mükellefler için ciddi külfetler doğuracaktır. Alacağını tahsil edemeyen mükellef bir de bunun vergisini ödemek zorunda kalacaktır ki bu durum gerçek kazancın vergilendirilmesi ilkesine ters düşer. Bu durum ekonomik hayatın işleyişini de etkileyip bir takım sakıncaları beraberinde getirecektir. Örneğin satıcı alacağını garanti altına almak için daha güvenli yollara başvuracak bu da işlem maliyetini artıracak ve mal ve hizmetin dolaşım hızı azalacaktır.VUK tahsili şüpheli hale gelen alacaklar için, alacak amortismanı adı altında karşılık ayrılması esası kabul edilmiştir.  

1.ALAKALI MEVZUAT 

Şüpheli alacak karşılığı uygulaması Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 323. maddesinde düzenlenmiştir: 

 “Ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla; 

1. Dava veya icra safhasında bulunan alacaklar; 

2. Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş bulunan dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklar 

şüpheli alacak sayılır. 

Yukarıda yazılı şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabilir. 

Bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğu karşılık hesabında gösterilir. Teminatlı alacaklarda bu karşılık teminattan geri kalan miktara inhisar eder. 

Şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarları tahsil edildikleri dönemde kâr zarar hesabına intikal ettirilir.” 

Alacakların ne zaman şüpheli hale geleceği ve şüpheli alacaklar için nasıl karşılık ayrılacağı söz konusu maddede ayrıntılı bir şeklide düzenlenmiş bulunmaktadır.  

2.ŞÜPHELİ ALACAK KABİLİNDEN OLAN ALACAKALARI ŞÖYLE TADAT EDEBİLİRİZ: 

VUK 323.maddesinde ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olmak şartıyla şüpheli hale gelen alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceği açıkça belirtilmiştir. Dolayısıyla; 

- Sadece ticari ve zirai faaliyetle iştigal eden mükelleflerden, 

- Bilanço esasına göre defter tutanlar; şüpheli hale gelen alacakları için karşılık ayırabileceklerdir. 

İşletme hesabı esasına göre defter tutabileceği halde, kendi isteği ile bilanço usulüne geçenler de şüpheli alacak karşılığı ayırabilirler. 

Şüpheli alacak karşılığı ayrılması pasifte karşılık ayrılması koşuluna bağlı olup şüpheli alacak karşılığı, tuttukları defterleri bu surette kayıt tesisine elverişli bulunan birinci sınıf yükümlüler için söz konusu olduğundan işletme hesabına göre kayıt tutan mükellefler bu haktan yararlanmayacaklardır. (Dn. 4. D.E.1973/4688) 

Söz konusu maddede borçlunun kimliğine ilişkin herhangi bir belirleme yapılmamıştır. Alacağın ortaktan, iştirakten, gerçek kişiden, tüzel kişiden, yurt içinden veya yurt dışından olması karşılık ayırmaya engel değildir. 

3. ŞÜPHELİ ALACAK KARŞILIĞI AYRILMASININ KOŞULLARI 

a- Alacağın Ticari ve Zirai Kazancın Elde Edilmesi ve İdame Ettirilmesi İle İlgili Olması (Kanun metni) 

Ticari ve zirai kazanç sahipleri de söz konusu kazançları elde edilmesi ve idame ettirilmesi ilgili alacakları için karşılık ayırabileceklerdir. Bunun anlamı alacak işletme faaliyetleri neticesinde doğmuş olmalıdır. İşletme faaliyetleri dışında doğmuş bir alacağın tahsili şüpheli hale gelmiş olsa bile karşılık ayrılamaz. 

Alacak ile ticari veya zirai kazancın elde edilmesi veya idame ettirilmesi arasında doğrudan bir illiyet bağının bulunması gerekir.Hangi tür alacakların ticari ve zirai kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olduğu hususu uygulamada tartışmalara konu olmuştur. VUK’un 323. maddesinin 2365 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin gerekçesinde daha önce hasılat hesaplarına intikal ettirilmiş bulunan alacakların ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi ile ilgili olduğu belirtilmiştir.  

Danıştay bazı kararlarında alacağın mal veya hizmet satışından kaynaklanmasının ve daha önce hâsılat olarak kayıtlara intikal ettirilmiş olmasının zorunlu olmadığı kabul edilmiştir.(Dn.4.D E.1983/98, K.1984/326) 

Gerçek bir alış verişe dayanmayan ve finansman amacıyla alınan hatır senedi niteliğindeki bonolardan kaynaklanan alacaklar.(Dn.4. D.’ E..1974/2661), karşılığında bir gelir ve menfaat sağlanmayan şahsi kefalet nedeniyle ödenen ve asıl borçlusundan tahsil edilemeyen alacakların(Dn.4. D.’ E..1973/3376) tahsili şüpheli hale gelmesi durumunda bile karşılık ayrılması mümkün değildir. 

b- Alacağın Tahsilinin Şüpheli Hale Gelmesi 

VUK’un 323. maddesinde aşağıdaki şartlardan; birinin varlığı halinde alacağın tahsilinin şüpheli hale geldiği hükme bağlanmıştır. 

- Alacağın dava veya icra safhasında bulunması,  

- Alacağın yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlu tarafından ödenmemiş olması ve dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük olması. 

b.a- Alacağın Dava veya İcra Safhasında Bulunması  

VUK’un 323. maddesinde, dava veya icra safhasında bulunan alacaklar şüpheli alacak olarak sayılmıştır. Şüpheli alacak karşılığı ayırmak bakımından, alacağın hangi nedenle dava veya icra konusu yapıldığının bir önemi yoktur. Alacağın varlığı, vadesi veya miktarı ihtilaf konusu olabileceği gibi, borçlunun ödeme kabiliyetini yitirmiş olması da ihtilaf nedeni olabilir. 

Bir alacağın dava veya icra safhasında olması o alacağın şüpheli alacak niteliğine sahip olması için yeterli olup söz konusu alacağa ilişkin davanın borçlu tarafından açılmış olması durumu değiştirmeyecektir. 

Mahkemeye dava, icraya takip dilekçesinin verilmiş olması, alacağın dava veya icra safhasına intikal ettiğini gösterir. Ancak, dava ve icra safhasının ciddi şekilde takip edilmesi gerekir. Dava veya icra takip dilekçesinin verilmesinden sonra dava ve icra takibinin ciddi bir şekilde yapılmaması halinde alacak şüpheli alacak niteliğini kaybeder.  

Dava ve icra takibindeki bir alacağın tarafları (alacaklı ve borçlu) aralarında anlaşıp alacağı yeni bir senede bağlamaları halinde de alacak şüpheli alacak niteliğini kaybeder. (Dn.4. D.’ E.1970/9190) 

Alacağın ileri bir tarihte tahsil edilecek olması, karşılık ayırma nedeni olarak düşünülemez. Zira karşılık ayırma, bir vergi erteleme aracı değildir. 

b.b- Alacağın; Yapılan Protestoya veya Yazı ile Bir Defadan Fazla İstenilmesine Rağmen Borçlu Tarafından Ödenmemiş Bulunması ve Dava ve İcra Takibine Değmeyecek Derecede Küçük Olması  

VUK’un 323. maddesinin birinci fıkrasının 2 numaralı bendinde; 

- Yapılan protestoya veya yazı ile bir defadan fazla istenilmesine rağmen borçlusu tarafından ödenmeyen, 

- Dava veya icra takibine değmeyecek derecede küçük olanalacakların şüpheli alacak olduğu hükme bağlanmıştır.  

Söz konusu maddede dava ve icra takibine değmeyecek derecede küçük alacaklara ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Uygulamada alacağın takibi için yapılacak harcamalarla alacağın mukayese edilmesi gerektiğine ilişkin görüşler mevcuttur. 

Senetli alacakların vadesinde ödenmemesi halinde, borçlu noter aracılığıyla ödemeye çağrılmalıdır. Senetsiz alacaklarda da alacaklının alacağını bir defadan fazla yazıyla istendiğini tevsik edebilmesi gerekmektedir. Diğer taraftan yapılan protestonun veya yazılı istemin borçluya ulaşmış olması şarttır. Bu nedenle de protestonun noter aracılığı ile yazılı istemin de taahhütlü mektupla yapılması gerekmektedir.(Dn.4. D.’E..1982/4982) 

b.c- Alacağın Teminatsız Olması veya Teminatın Yetersiz Olması 

VUK’un 323. maddesinde; şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceği, teminatlı alacaklarda bu karşılığın teminattan geri kalan miktara inhisar edeceği hükme bağlanmıştır. 

Alacağın tamamı teminatlı ise söz konusu alacağa karşılık ayrılamaz. Teminat alacağın tamamını karşılamıyorsa alacağın teminatsız kısmı için karşılık ayrılabilir.  

Alacağın ne kadarlık kısmının teminatsız kaldığı belli olmadıkça karşılık ayrılamaz. Bu nedenle eğer teminat alacağın tamamını kapsamıyorsa bu takdirde alacağın teminatsız kalan kısmının kesin olarak belirlenmesi zorunludur. Aksi takdirde mevcut teminatın alacağın tümünü kapsadığı kabul edilir. 

Alacağın teminatlı sayılması için teminatın paraya çevrilmiş olması gerekmemekte, alacağın teminata bağlanmış olması yeterli olmaktadır. 

b.d- Karşılığın Hangi Alacağa Ait Olduğu Aşikar Olmalıdır 

VUK’un 323. maddesinde şüpheli alacaklar için değerleme gününün tasarruf değerine göre pasifte karşılık ayrılabileceği ve bu karşılığın hangi alacaklara ait olduğunun karşılık hesabında gösterileceği hükme bağlanmıştır. 

Dolayısıyla alacak, şüpheli hale geldiği tarihte diğer alacaklardan ayrılmalıdır. Şirket yasal defterleri şüpheli alacakların borçlusunu ve borcun tutarını, varsa yapılan tahsilatları ayrıntılı bir şekilde göstermelidir.  

b.e- Karşılık Alacağın Şüpheli Hale Geldiği Dönemde Ayrılmalıdır 

Karşılığın alacağın şüpheli hale geldiği dönemden sonraki dönemlerde ayrılıp ayrılamayacağı hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. 

Bir görüşe göre karşılık sadece alacağı şüpheli hale geldiği dönemde ayrılabilecektir. Bu görüşe göre; “Karşılık ayrılması konusunda mükelleflere seçimlik hak verilmesi seçimlik hakkın istenildiği dönemde kullanılması olanağı tanımamaktadır. Zira vergi uygulamalarında yer alan seçimlik haklar vergilendirme dönemleri itibariyle kullanılabilmektedir. Vergi kanunlarında ilgili oldukları dönemlerde kullanılmayan hakların sonraki dönemlerde kullanılması şeklinde uygulanan bir seçimlik hak bulunmamaktadır”. 

Şüpheli alacak karşılığının istenildiği dönemde ayrılamayacağı yönünde olan bir başka görüşe göre; “şüpheli alacaklar Vergi Usul Kanunu’nda “Alacaklarda ve Sermayede Amortisman” bölümünde düzenlenmiştir. Bu nedenle şüpheli alacak karşılıklarının bir tür amortisman özelliği gösterdiğini söylemek mümkündür. İlgili olduğu dönemde ayrılmayan şüpheli alacak karşılıklarının daha sonra ayrılamaması, mevcutlardaki amortismana benzemektedir. Bilindiği üzere amortisman ayırmak da ihtiyaridir ve her yılın amortismanı ancak o yıla ait değerlemede nazara alınabilir”. 

Danıştay’ın temel görüşü de bu yönde olmasına rağmen çelişkili kararları da bulunmaktadır. 

“VUK’un 323. maddesinde şüpheli hale gelen alacaklarla ilgili olarak, alacağın şüpheli hale geldiği yılda karşılık ayrılmasını zorunlu kılan bir ifadenin yer almadığı, önemli olanın maddede öngörülen koşulları taşıyıp taşımadığı hususu olduğu, dönemin değişmesiyle alacağın şüpheli olma niteliğini kaybettiğinin kabul edilemeyeceği dolayısıyla 1983 yılında şüpheli hale geldiği ihtilafsız olan alacaklar için, 1985 yılında değerleme günü değeri üzerinden karşılık ayrılmasında yasaya aykırılık bulunmadığı...” (Dn.4. D.’E..1992/719) 

“Alacağın şüpheli hale geldiği dönemin geçirilmesi halinde, yeni değerleme günlerinde de tasarruf değerini muhafaza edecek olan alacak için karşılık ayırma imkânının ortadan kalkacağının kabul edilmesinin, kanunda öngörülmeyen bir nedenle kanunla tanınan bir hakkın bertaraf edilmesi anlamına geleceği...” (Dn.4. D.’E..1988/4658) 

4- KARŞILIK AYRILAN ALACAĞIN TAHSİL EDİLMESİ VEYA TAHSİLİNİN İMKÂNSIZ HALE GELMESİ 

VUK’un 323. maddesinde, şüpheli alacakların sonradan tahsil edilen miktarlarının, tahsil edildikleri dönemde kâr zarar hesabına intikal ettirilecekleri hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla karşılık ayrılmış şüpheli alacakların daha sonra tahsil edilmesi halinde tahsil edilen bu tutarlar gelir yazılacak ve karşılık hesapları kapatılacaktır.  

Tahsili şüpheli alacağın bir süre sonra tahsil imkânı tamamen ortadan kalkarsa yani değersiz alacak haline gelirse, şüpheli alacaklar ve şüpheli alacaklar karşılığı hesapları kapatılır. Diğer taraftan, alacak şüpheli hale geldiğinde zarar kaydı yapıldığı için, değersiz hale gelen şüpheli alacak için yeniden zarar kaydı yapılamayacaktır.

Av.Abbas KOCAKAYA 
Avukat-Marka Vekili 

Haberi Kapat X
Kurucumuzun Denizli Osb'de Yayınlanan Yazıları

Kurucumuzun Denizli Osb'de Yayınlanan Yazıları

“Alamet-i Farika’’   Tescili ve Ehemmiyeti  Mukaddime,  Alamet-i Farika, bir şeyi benzerlerinden ayırmaya yarayan kendine mahsus özelliktir. Bir ticaret hukuku terimi olup ticari bir malı diğer benzerlerinden ayırmaya yarayan işaret, özellik, MARKA anlamına gelir.   Marka, bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dâhil, özellikle sözcükler şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretleri içerir.    İçtimai ve ticari hayatta ise marka, hedef kitlenin yani insanların, ruhi ve akli latifelerinde, meleke ve algılarında oluşturduğu, mezkur malın ve hizmetin tercihine sebep olacak, malın ve hizmetin değerinin, kalitesinin ve güvenilirliğinin satıcı tarafından taahhüt edilmesidir ve tüketicileri ikna edebilecek bir icaptır/ bir tekliftir.(Tüketiciye fikir ve güvence verir).  Ülkemizde, markalar hakkındaki ilk yasal düzenleme, Osmanlı Devleti döneminde 1871 yılında vaz edilen Alamet-i Farika Nizamnamesidir. Akabinde, çeşitli düzenlemeler yapılmış, bu konuda pek çok  uluslararası sözleşmenin tarafı olan Türkiye’de, bu uluslararası sözleşmelerle muvafık yasal düzenlemeler yapılmıştır.Son olarak da KHK’ lar ile yürütülen mevzuatta değişiklik yapılarak Fikri Mülkiyet Haklarını bir araya getirip derleyip toplayan, geçiş dönemini geçici maddelerle düzenleyen  Sınai Mülkiyet Kanunu 10 Ocak 2017’de resmen yürürlüğe girmiştir.Yasa ile başvuru ve tescil süreçleri kısaltılmıştır.Hızlandırılmaya çalışılmıştır.Türk Patent Enstitüsünün ismi Türk Patent ve Marka Kurumu olarak değiştirilmiştir.Marka ve Patent Vekilliği  mesleğinin de, mesleğinin vakarının ve müvekkillerin haklarının korunması için ilkeler konmuş, Vekillik hizmetinin ahlaki ve ilkeli çalışma sistemine (disiplin yönetmeliği ile)  dahil olması, ihtisas mahkemelerinin daha hızlı çalışması  hedeflenmiştir.   Ehemmiyeti  Türkiye’de yıllık marka başvurusu 100 binin üzerinde. Patent başvuru sayısı 10-12 bine yaklaşmakta. Tasarım konusunda da hatırı sayılır bir başvuru mevcuttur. Bundan sonraki süreçte bu marka, patent, tasarım ve coğrafi işaretlerin maliki olanlar, daha güçlü şekilde  hakların da sahibi olacak ve dolayısıyla bu anlamdaki farkındalıkları da artacaktır. Sınaî Mülkiyet Kanunu ile pek çok muğlâklık ortadan kalkmış ve Sınaî Mülkiyet sahiplerinin haklarını aramaları daha kolaylaşmıştır.  Bu ve önceki düzenlemelerle hedeflenen  kayıt dışılığın önlenmesi, markaların güçlendirilmesidir. Türkiye’ de tahmin edilen 3 milyar doların üzerinde bir taklit ürün piyasası vardır. Günümüz küresel rekabet ortamında katma değeri olan, özgün ürün ve eserler ortaya çıkarabilen şirketler varlığını sürdürebilmektedir ki bu tarz şirketler AR-GE için ciddi bütçeler ayırmaktadır. Ürün hammaddesi ve işlemesi/sunumu usulü aynı veya çok yakın olan iki ürün arasında sadece tasarımdan veya sadece markadan kaynaklı çok büyük fiyat farklılıklarını kabul eden ve ödeyen bir toplum/müşteri/tüketici kitlesi bulunmaktadır.(Örneğin bir bardak çay için 1TL rayiç iken marka yatırımı yapan bir işletmecinin satıla arz ettiği aynı çay yaprağı hammaddesinden yapılan bir bardak çay için  3-5TL ödeyen/ödemeye hazır olan kitle -salt marka değerinden dolayı- mevcuttur.  Marka Tescili ve Koruması   Markanın kullanılacak ürün veya hizmetler için, marka kanunları bakımından tescil edilebilirliği de çok önemlidir. İlgili marka sadece üretilecek mal veya hizmet için değil, ona yakın ürünler için de araştırılmalıdır. Örneğin, giyim ürünleri için araştırılan bir marka, çanta, ayakkabı, kemer gibi diğer giyim aksesuarları için de dikkate alınarak araştırılması, olumsuz sonuçlar çıkması halinde bu marka üzerine yatırım yapılmamalıdır. Bir ihracatçı, kendi markası ile ihraç yapacaksa, hedef ülkede araştırılması gerekir. Çünkü kullanılan isim ya da markanın ihracat yapılan ülkede tescilli olma olasılığı da vardır ve bu halde de mallara ihraç edilen ülkede el konulması ihtimali varittir.Ayrıca, marka başvurusu ya da tescilinden sonra, tescile gerek duyulmayan ama tescilli markayla benzeşen isim ya da markaların tescilini yaptırmak markayı korumak için bir tedbirdir.Tüm bu sürecin;Marka araştırma, başvuru, ilan, olası itirazların reddinin sağlanması, takibi ve neticelendirilmesi ile tescil sonrası iltibas teşkil eden marka kullanımlarının ve başvurularının tespit ve önlenmesi marka vekillerinin görev yaptığı Marka ve Patent Tescil Bürolarınca ve bu büroların hizmet satın aldığı/çözüm ortağı Hukuk Büroları ile yapılabilmektedir. “Marka Tescil ve İzleme” denilen bu takip sürecinde, Marka Bülteninde ilana çıkan kayıtların marka vekili tarafından izlenmesi, ilanlarda markayla benzeşen herhangi bir marka tescil başvurusuna rastlanıldığında hemen itiraz edip, benzer bir markanın tescili engellenebilecektir. Bu tür tescil engellemeleri, işlerin büyüyüp içinden çıkılmaz hale gelmesini önlemektedir. Aksi takdirde iltibas teşkil eden markaları iptal için dava açılması gerekecektir.  Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü’nün ( WIPO) amacı ülkeler arası işbirliğini sağlayarak küresel tabanda fikri mülkiyet haklarının korunmasını sağlamaktır.  Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü çatısı altında ticari markaların uluslararası alanda korunduğu en geniş kapsamlı düzenleme Madrid Protokolüdür. Madrid Protokolü çerçevesinde ticari markanın korunması için bir başvuru yapıldığında üye 97 ülkede korunma sağlanması mümkündür. Sadece bir başvuru süreci ve tek bir kere ücret ödeyerek tüm üye ülkelerde korunma sağlar.   Yine Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü çatısı altında toplam 148 ülke tarafından imzalanan Patent İşbirliği Antlaşması ise aynı şekilde tek bir başvuru süreci ve tek bir harç ödemesi ise üye ülkelerde patent hakkına ilişkin olarak koruma sağlamaktadır.  Patent hakkına ilişkin olarak sadece hakkın korunması istenilen ülkelerde başvuru yapılması mümkün olduğu gibi, Patent İşbirliği Antlaşması üzerinden hakkın korunması yoluna gidilebilmektedir.  Toplam taklit ürün ve ithal edildiği tahmin edilen taklit ürünlerin toplam büyüklüğü, ürün çeşitliliğine göre sadece iç pazarın(Türkiye iç pazarsının) hedeflenmediği sabittir.Mezkur hakların korunmasının önemli bir sacayağını da gümrük idareleri oluşturmaktadır.   NETAİC  Tüm bu anlatımlara binaen diyebiliriz ki, tescil edilemeyen sınai mülkiyetle alakalı olarak, ciddi ve bazen bir tacir veya şirket için telafisi güç ve imkansız maddi ve manevi zararlar doğabilmektedir.Tescili olmayan bir marka veya sınai mülkiyet, tapusu başkasına veya hazineye ait bir  arsa üzerine yapılan  bir ev gibi olup o evin kullanılması arsa ve evin mülkiyet hakkını vermediği gibi aynen öyle de marka veya sair sınai mülkiyet hakları Türk Marka ve Patent Kurumun nezdinde  tescil edilmez ise hak kaybedilebilir.Şartları varsa eskiye dayalı kullanımdan dolayı tekrar hakkın kazanılması için uzun ve pahalı bir hukuki sürece katlanılması gerekecektir.Bu sebeple sınai mülkiyet hakkı sahiplerine  ALAMET-İ FARİKALARINI  tescil ettirip sonrasında da korumalarını öneriyorum.  Av.Abbas KOCAKAYA  Avukat-Marka Vekili

Haberi Oku
Haberi Kapat X

“Alamet-i Farika’’  
Tescili ve Ehemmiyeti 

Mukaddime, 

Alamet-i Farika, bir şeyi benzerlerinden ayırmaya yarayan kendine mahsus özelliktir. Bir ticaret hukuku terimi olup ticari bir malı diğer benzerlerinden ayırmaya yarayan işaret, özellik, MARKA anlamına gelir.  

Marka, bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla, kişi adları dâhil, özellikle sözcükler şekiller, harfler, sayılar, malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen, baskı yoluyla yayınlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretleri içerir.   

İçtimai ve ticari hayatta ise marka, hedef kitlenin yani insanların, ruhi ve akli latifelerinde, meleke ve algılarında oluşturduğu, mezkur malın ve hizmetin tercihine sebep olacak, malın ve hizmetin değerinin, kalitesinin ve güvenilirliğinin satıcı tarafından taahhüt edilmesidir ve tüketicileri ikna edebilecek bir icaptır/ bir tekliftir.(Tüketiciye fikir ve güvence verir). 

Ülkemizde, markalar hakkındaki ilk yasal düzenleme, Osmanlı Devleti döneminde 1871 yılında vaz edilen Alamet-i Farika Nizamnamesidir. Akabinde, çeşitli düzenlemeler yapılmış, bu konuda pek çok  uluslararası sözleşmenin tarafı olan Türkiye’de, bu uluslararası sözleşmelerle muvafık yasal düzenlemeler yapılmıştır.Son olarak da KHK’ lar ile yürütülen mevzuatta değişiklik yapılarak Fikri Mülkiyet Haklarını bir araya getirip derleyip toplayan, geçiş dönemini geçici maddelerle düzenleyen  Sınai Mülkiyet Kanunu 10 Ocak 2017’de resmen yürürlüğe girmiştir.Yasa ile başvuru ve tescil süreçleri kısaltılmıştır.Hızlandırılmaya çalışılmıştır.Türk Patent Enstitüsünün ismi Türk Patent ve Marka Kurumu olarak değiştirilmiştir.Marka ve Patent Vekilliği  mesleğinin de, mesleğinin vakarının ve müvekkillerin haklarının korunması için ilkeler konmuş, Vekillik hizmetinin ahlaki ve ilkeli çalışma sistemine (disiplin yönetmeliği ile)  dahil olması, ihtisas mahkemelerinin daha hızlı çalışması  hedeflenmiştir.  

Ehemmiyeti 

Türkiye’de yıllık marka başvurusu 100 binin üzerinde. Patent başvuru sayısı 10-12 bine yaklaşmakta. Tasarım konusunda da hatırı sayılır bir başvuru mevcuttur. Bundan sonraki süreçte bu marka, patent, tasarım ve coğrafi işaretlerin maliki olanlar, daha güçlü şekilde  hakların da sahibi olacak ve dolayısıyla bu anlamdaki farkındalıkları da artacaktır. Sınaî Mülkiyet Kanunu ile pek çok muğlâklık ortadan kalkmış ve Sınaî Mülkiyet sahiplerinin haklarını aramaları daha kolaylaşmıştır. 

Bu ve önceki düzenlemelerle hedeflenen  kayıt dışılığın önlenmesi, markaların güçlendirilmesidir. Türkiye’ de tahmin edilen 3 milyar doların üzerinde bir taklit ürün piyasası vardır. Günümüz küresel rekabet ortamında katma değeri olan, özgün ürün ve eserler ortaya çıkarabilen şirketler varlığını sürdürebilmektedir ki bu tarz şirketler AR-GE için ciddi bütçeler ayırmaktadır. Ürün hammaddesi ve işlemesi/sunumu usulü aynı veya çok yakın olan iki ürün arasında sadece tasarımdan veya sadece markadan kaynaklı çok büyük fiyat farklılıklarını kabul eden ve ödeyen bir toplum/müşteri/tüketici kitlesi bulunmaktadır.(Örneğin bir bardak çay için 1TL rayiç iken marka yatırımı yapan bir işletmecinin satıla arz ettiği aynı çay yaprağı hammaddesinden yapılan bir bardak çay için  3-5TL ödeyen/ödemeye hazır olan kitle -salt marka değerinden dolayı- mevcuttur. 

Marka Tescili ve Koruması 

 Markanın kullanılacak ürün veya hizmetler için, marka kanunları bakımından tescil edilebilirliği de çok önemlidir. İlgili marka sadece üretilecek mal veya hizmet için değil, ona yakın ürünler için de araştırılmalıdır. Örneğin, giyim ürünleri için araştırılan bir marka, çanta, ayakkabı, kemer gibi diğer giyim aksesuarları için de dikkate alınarak araştırılması, olumsuz sonuçlar çıkması halinde bu marka üzerine yatırım yapılmamalıdır. Bir ihracatçı, kendi markası ile ihraç yapacaksa, hedef ülkede araştırılması gerekir. Çünkü kullanılan isim ya da markanın ihracat yapılan ülkede tescilli olma olasılığı da vardır ve bu halde de mallara ihraç edilen ülkede el konulması ihtimali varittir.Ayrıca, marka başvurusu ya da tescilinden sonra, tescile gerek duyulmayan ama tescilli markayla benzeşen isim ya da markaların tescilini yaptırmak markayı korumak için bir tedbirdir.Tüm bu sürecin;Marka araştırma, başvuru, ilan, olası itirazların reddinin sağlanması, takibi ve neticelendirilmesi ile tescil sonrası iltibas teşkil eden marka kullanımlarının ve başvurularının tespit ve önlenmesi marka vekillerinin görev yaptığı Marka ve Patent Tescil Bürolarınca ve bu büroların hizmet satın aldığı/çözüm ortağı Hukuk Büroları ile yapılabilmektedir. “Marka Tescil ve İzleme” denilen bu takip sürecinde, Marka Bülteninde ilana çıkan kayıtların marka vekili tarafından izlenmesi, ilanlarda markayla benzeşen herhangi bir marka tescil başvurusuna rastlanıldığında hemen itiraz edip, benzer bir markanın tescili engellenebilecektir. Bu tür tescil engellemeleri, işlerin büyüyüp içinden çıkılmaz hale gelmesini önlemektedir. Aksi takdirde iltibas teşkil eden markaları iptal için dava açılması gerekecektir. 

Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü’nün ( WIPO) amacı ülkeler arası işbirliğini sağlayarak küresel tabanda fikri mülkiyet haklarının korunmasını sağlamaktır.  Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü çatısı altında ticari markaların uluslararası alanda korunduğu en geniş kapsamlı düzenleme Madrid Protokolüdür. Madrid Protokolü çerçevesinde ticari markanın korunması için bir başvuru yapıldığında üye 97 ülkede korunma sağlanması mümkündür. Sadece bir başvuru süreci ve tek bir kere ücret ödeyerek tüm üye ülkelerde korunma sağlar.  

Yine Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü çatısı altında toplam 148 ülke tarafından imzalanan Patent İşbirliği Antlaşması ise aynı şekilde tek bir başvuru süreci ve tek bir harç ödemesi ise üye ülkelerde patent hakkına ilişkin olarak koruma sağlamaktadır.  Patent hakkına ilişkin olarak sadece hakkın korunması istenilen ülkelerde başvuru yapılması mümkün olduğu gibi, Patent İşbirliği Antlaşması üzerinden hakkın korunması yoluna gidilebilmektedir. 

Toplam taklit ürün ve ithal edildiği tahmin edilen taklit ürünlerin toplam büyüklüğü, ürün çeşitliliğine göre sadece iç pazarın(Türkiye iç pazarsının) hedeflenmediği sabittir.Mezkur hakların korunmasının önemli bir sacayağını da gümrük idareleri oluşturmaktadır.  

NETAİC 

Tüm bu anlatımlara binaen diyebiliriz ki, tescil edilemeyen sınai mülkiyetle alakalı olarak, ciddi ve bazen bir tacir veya şirket için telafisi güç ve imkansız maddi ve manevi zararlar doğabilmektedir.Tescili olmayan bir marka veya sınai mülkiyet, tapusu başkasına veya hazineye ait bir  arsa üzerine yapılan  bir ev gibi olup o evin kullanılması arsa ve evin mülkiyet hakkını vermediği gibi aynen öyle de marka veya sair sınai mülkiyet hakları Türk Marka ve Patent Kurumun nezdinde  tescil edilmez ise hak kaybedilebilir.Şartları varsa eskiye dayalı kullanımdan dolayı tekrar hakkın kazanılması için uzun ve pahalı bir hukuki sürece katlanılması gerekecektir.Bu sebeple sınai mülkiyet hakkı sahiplerine  ALAMET-İ FARİKALARINI  tescil ettirip sonrasında da korumalarını öneriyorum. 

Av.Abbas KOCAKAYA 
Avukat-Marka Vekili

Haberi Kapat X

Afka Dökümanlar

PDF, WORD, EXCEL

Bizi Tercih Edenler

Afka Dostları

Afka Şubeler

Denizli(Merkez) Ankara Antalya Diyarbakır Erzurum İstanbul Samsun
Design & Application: technoone